Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlarda İspat

Cinsel Suçlarda İspat

Türk Ceza Yasasının (TCY’nin) “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” başlıklı bölümünde, cinsel saldırı (m.102), çocukların cinsel istismarı (m.103), reşit olmayanla cinsel ilişki (m.104) ve cinsel taciz (m.105) suçları düzenlenmiştir.

Suç oluşturan bir eylemin yasada öngörülen ceza karşılığını belirleyen o ülkenin ceza siyasetidir. Ceza siyaseti ise toplumun bu suçlara bakışına, tepkisine, korunmak istenen hukuksal değerlere göre belirlenir.

Son yıllarda cinsel suçlarla ilgili haberlerin yaygınlaşması bir kamuoyu yaratmış, kamuoyunun gösterdiği tepki ise hem yasaların şekillenmesinde hem de yargıçların verdikleri kararlarda önemli etken olmuştur.

Yasalarda öngörülen cezalar suç ve ceza arasındaki orantılılık açısından dikkat çekicidir. Ceza siyaseti olarak, toplum tepki gösterdikçe cezaların artırılması yoluna gidilmiş, denge ciddi anlamda cezadan yana bozulmuştur. Ağır cezalar verilmesinin tek çözüm yolu kabul edilmesi doğru değildir. Cezalar yalnızca toplumun refleksine göre değil, evrensel hukuk ilkeleri ve ceza adaleti gözetilerek belirlenmelidir. Kriminolojik, penolojik, sosyolojik ve psikolojik değerlendirme yapılmalı, suçun işleniş nedenleri gözetilmeli, öncelikle bu nedenlerin ortadan kaldırılması hedeflenmelidir. Kan gütme veya töre saikiyle işlenen suçlarda uygulanan ağır cezalar suçların oluşumunu engellemediği gibi cinsel suçlarda da yalnızca ağır ceza vermekle suçların önlenemeyeceği gözetilmelidir. Nitekim cezaların artırılması bu suçlarda bir azalmaya yol açmamıştır.

Cinsel suçlarla ilgili haberlerin yaygınlaşması, uygulayıcı olarak mahkemeleri de etkilemekte, birçok kez soyut iddia yeterli görülerek ciddi ağır cezaların verilmesine yol açmaktadır. Son zamanlarda oluşan kamuoyunun da etkisiyle, iddianın kesin ve somut kanıtlarla ispatı zorunluluğu ile kuşkudan sanığın yararlanacağı ilkesi ne yazık ki ülkemizde cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda artık uygulanmaz hale gelmiştir.

Ceza yargılamasının en temel ilkesi masumiyet karinesidir. Masumiyet karinesi, suçu ispatlanana kadar kişinin suçsuz kabul edilmesi demektir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m. 6/2 de düzenlenen masumiyet karinesine Anayasamızın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ve Ceza Yargılama Yasası olmak üzere mevzuatımızda da yer verilmiştir. Başta m. 19 olmak üzere Basın Yasasının değişik maddelerinde de lekelenmeme hakkını koruyan düzenlemelere yer verilmiştir.

Masumiyet karinesi şüpheden sanık yararlanır ilkesi ile doğrudan bağlantılıdır.

Yerleşik Yargıtay kararlarında açıklandığı üzere, ceza mahkûmiyeti, toplanan kanıtların bir kısmına dayanılıp, diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate değil kesin ve açık bir ispata dayanmalı ve bu ispat, hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkân vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Amacı maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden kurmak olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel ilkelerinden birisi de öğreti ve uygulamada; "suçsuzluk" ya da "masumiyet karinesi" olarak adlandırılan kuralın uzantısı olan, Latincede; "in dubioproreo" olarak ifade edilen "şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak bir kesinlikle ispat edilebilmesidir. CYY’nin 223. maddesine göre de, fiilin (suçun) işlediğinin mutlak şekilde sübuta ermemesi durumunda mahkûmiyet kararı verilemeyecektir.

Ceza yargılamasında savunmanın değil suçun ispatı gerekir. Bu ilke bütün suçlar bakımından aynıdır. Ancak uygulamada cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda bu kuralın tersine çalıştırıldığı görülmektedir. Hâlbuki başka kanıtlarla desteklenmeyen zarar görenin beyanları, ceza vermek için yeterli görülmemelidir. Zarar görenin de bir taraf olduğu, dolayısıyla subjektif davranabileceği, birçok nedenle gerçeğe aykırı beyanda bulunabileceği gözetilmelidir. Zarar görenin soyut yakınmasına varsayımsal olarak “doğrudur” mantığıyla hareket etmek, birçok haksızlığa yol açabilecek, özellikle kötü niyetli yakınmaları teşvik edebilecektir.

Üzülerek belirtmek gerekir ki, günümüzde mahkemelerin çoğu cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarla ilgili davalarda, bırakın kesin ve açık olmasını, herhangi bir kanıt dahi olmadan, ağır hem de çok ağır cezalar vermektedirler. İddialar başlı başına ceza vermek için yeterli görülmektedir. Susma hakkı yasalarla güvence altına alınan bir sanık ve avukatının suçun işlenmediğini ispat yükümlülüğü ile karşı karşıya bırakılması, yasal düzenlemeyi aşan, adeta yasa koyucu yerine geçilen, bir anlamda keyfi nitelendirilebilecek bir uygulamadır. İşlenmeyen bir suçun ispatlanması mantığa uygun olmadığı gibi, böyle bir yükümlülük çağdaş hiçbir ülkede de getirilmemektedir. Soyut iddianın ceza vermeye yeterli görülmesi ceza hukuku ilkelerine aykırıdır. Bu durum avukatları müvekkiline karşı ne yazık ki çaresiz bırakan bir durumdur. Hiçbir avukat bu durumu müvekkiline mantığa ve hukuka uygun gerekçelerle açıklayamamaktadır. Çünkü hukuka uygun değildir.

Şunu belirtmeliyim ki, halen cezaevlerinde cinsel dokunulmazlığa karşı suçlardan bulunanların birçoğunun masum, haksız yere tutuklu/hükümlü olduğu inancı hakimdir. Bu durum vicdanları sızlatmaktadır. Unutulmamalı ki, Konfüçyüs’ün dediği gibi “Adalet bir kutup yıldızı gibi yerinde durur. Geri kalan her şey onun etrafında döner.” Adalet inancı tükenmiş bir toplumun ayakta kalması olanaklı değildir.

Özellikle cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda, cezaların yükseltilmesi suç işlenmesine engel olmayacağı gibi suçun ispatı son derece zor ve kritik olduğundan yargılamanın sağlıklı şekilde sonlandırılması da güçleşmekte, telafisi imkânsız sonuçlara neden olmaktadır.

Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda da önyargının kalkması, genel hukuk kurallarının uygulanması, ispat yükünün savunmaya değil iddia edene yüklenmesi, masumiyet karinesinin sanık lehine yorumlanması ve yargılama sonunda adalete olan inancın doruğa erişmesi dileğiyle...