Adalet - Yargı - Güven Üçgeni

Adalet-Yargı-Güven Üçgeni Nedir?

Adalet, hakkı gözetmek ve eşit şekilde yerine getirmek, hukuk kurallarına uymak şeklinde tanımlanmaktadır.

Hukuk, belirli bir zamanda belirli bir toplumdaki ilişkileri düzenleyen ve uyulması devlet zoruna bağlanmış kurallar bütünüdür. Sözcük anlamıyla hakların bütünüdür.

Yargı, egemenlik veya devlet adına hukuku yorumlayan ve ona başvuran mahkemeler düzenidir.

Adalet ve hukuk, birbirinden ayrı düşünülemeyecek kadar iç içe girmiş kavramlardır.

Adalet, zaman içerisinde farklı şekillerde yorumlansa ve tartışmalı bir alan olsa da, insanlığın var oluşundan bu yana hep önemini korumuştur. Adalet insan yaşamında öylesine büyük bir değer ki, Konfüçyüs, onu bir kutup yıldızı gibi görür ve her şeyin onun etrafında döndüğünü vurgular.

Çağlar değiştikçe ve dünya medenileşmeye doğru adım attıkça hukuk kavramı yaşamdaki yerini almıştır. Hukuk, ilk zamanlarda güçlünün/egemenin lütfu şeklinde uygulanmıştır. Diğer anlatımla, adalet, kimi zaman otorite sahibi aile, aşiret veya klan reisinin insafına kalmış iken, kimi zaman firavunun, kralın takdiri ile sınırlanmıştır.

Zamanla, iktidar sahiplerinin hukuka aykırı işlem ve eylemlerinin durdurulması amacıyla, adalet ve hukuk kavramlarından ayrı ve tamamen bağımsız bir organa gereksinim duyulması sonucu yargı ortaya çıkmış, adalet, hukuk uygulayıcıları olan yargı mensupları eliyle sağlanmaya başlanmıştır.

Yargı kuruluşlarının varlığı dahi artık yeterli ölçü kabul edilmemekte, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkeleri benimsendiği ölçüde, hukuk devletinden söz edilmektedir.

Gerek yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkelerinin, gerekse hukuk devletinin nihai hedefi adaleti sağlamak, diğer bir deyişle insanların beklentisi olan adil yargılamayı yapmaktır.

Yargılama sonunda adaletli bir karar verilmiş olması da yeterli değildir. Adaletli davranıldığı, diğer bir ifadeyle adil karar verildiği inancı, en az adil karar vermek kadar önemlidir. Zira uygulayıcının yargısı, ne kadar insanların vicdanındaki yargıyla uyum sağlarsa, o kadar adil olacaktır. Diğer anlatımla, o derece yargıya güven duyulacaktır.

Ülkemizde adalete bakış ne yazık ki her geçen gün biraz daha kötümser bir tablo yansıtmaktadır. Adalete olan inanç, duyulan güven gitgide zayıflamaktadır.

29-30 Nisan 2016 tarihli Uluslararası Arabuluculuk Sempozyumu’nda konuşan Yargıtay başkanı, yargıya duyulan güvenin yüzde 70’lerden yüzde 30’lara düştüğünü söylemiştir.

Son zamanlarda yayınlanan bir kamuoyu araştırması ise, yargıya güvenmeyenlerin oranının yüzde 97,1 olduğunu göstermiştir. Diğer bir anlatımla yargıya güven oranı yüzde 2,9’a düşmüştür.

Yargıya böylesine düşük bir güven, ülkeyi hukuk devleti olmaktan uzaklaştırmaktadır. Bunda, yargılamanın usul ve hukuka uygun yapılmaması, incelemenin insanları tatmin etmemesi, hatta inceleme yapılmadan yüzeysel bir değerlendirmeyle yetinilmesi büyük rol oynamaktadır.

Lacordaire’nin sözünü uyarlamak gerekirse, yargıya olan güvensizlik gitgide ülkeyi zayıflatır ve hatta çökme eşiğine dahi getirebilir.

Tüm davalarda önemli olmakla birlikte, özellikle ağır ceza davalarında verilen cezanın yüksekliği, adil karar verilmesini daha da önemli kılmaktadır. Güven ve inancın sağlanmasında, yük, yalnızca yargıçlara değil, Cumhuriyet savcısı ve avukatlara da düşmektedir. Başta ağır ceza avukatı olarak çalışan, bir diğer anlatımla, ağır cezalık dava takip eden avukatların mutlaka karara katkı sağlaması gerekmektedir. Zira bir avukat, mahkeme ile taraflar arasında bir köprü konumundadır. İlk dereceli mahkemeler yanında, üst dereceli mahkemelerde ağır ceza avukatlığı daha da büyük önem taşımaktadır. Bu doğrultuda, çok iyi hazırlanmak, mahkemeyi ayrıntılı incelemeye yönlendirmek, adil karar hedefine ulaşmak amacıyla, bir avukat açısından son derece önemlidir.

Balzac’ın, “Kanunlar örümcek ağları gibidir: zayıfları ağa yakalanır, güçlülerse ağı delip geçer.” sözünün uygulamada geçerli olduğu, cezaevinde yatanların azımsanmayacak oranda bir bölümünün haksız yere içeride oldukları inancı yaygındır. Ne yazık ki yargıya olan bu güvensizlik, “ihkak-ı hak müstahaktır” deyişinin uygulanma riskini ortaya çıkarmaktadır. Kuvvetlinin hukuku değil, hukukun kuvveti egemen olmalıdır. Aristoteles der ki; bir hukuk düzeni güçsüzleri koruduğu ölçüde adaletli olabilir.

Özellikle ağır ceza davalarını takip eden, kullanım diliyle bir ağır ceza avukatı olarak, dikkat çekmek isterim ki, hukuka duyulan güven gittikçe azalmakta, yargının adaleti sağladığına ilişkin inanç zayıflamaktadır.

Yargılama makamları açısından bunun belli başlı nedenleri, yargıçların eğitimlerinin yeterli olmaması, eğiticilerin eğitme kapasitesinin sorgulanmıyor olması, özellikle ağır ceza mahkemesi başkanı, daire başkanı, Yargıtay üyesi gibi sıfatlı atamaların objektif kriterler gözetilmeden ve hukuki statüye uygun bir teste tabi tutulmadan belirlenmesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Zamanla bunların da önüne geçen algı, yargıçların siyasi kimliğine uygun karar verdikleridir. İtirafçı kabul edilen yargıçların ifadeleri bu inancı doğrulamaktadır. İşin acı tarafı, adı geçenlerin görevden uzaklaştırılmış olmaları, yargıya olan güveni artırmamıştır. Gerek savcıların, gerekse yargıçların yönlendirmeyle soruşturma ve kovuşturmayı yürüttükleri, yüksek yargı organlarının da aynı doğrultuda davrandıkları inancı, doğal olarak dava taraflarını siyasi referansa yönlendirmektedir. Nitekim bir ağır ceza avukatı olarak, en çok karşılaştığım ve fakat yanlış yöntem olduğunu vurguladığım sorulardan biri, soruşturmaya-davaya bakacak kişinin siyasi kimliğinin ne olduğudur. Zira belli bir siyasi görüşe yakın olduğunun anlaşılması durumunda, avukatın bir fonksiyonunun da olmayacağına inanılmakta, siyasi aracıları devreye sokma yolu tercih edilmektedir.

Dava taraflarının, dosyalarının yeterince incelenmediği düşüncelerini haklı gösterecek yansımalardan biri de onama kararlarındaki artıştır.

Yargıtay’a olan güvensizliği iki temel nedene dayandırmak olanaklıdır. Bunlardan biri üye seçimine, diğeri de tetkik hâkimliği sistemine ilişkindir.

Gerçekten Yargıtay üyeliği seçiminde takdir yetkisi kısıtlanmadıkça, akademik unvan, sicil, disiplin, kıdem, yaş, önceki sıfatlar, mesleki geçmiş dikkate alınmadıkça ve daha da ilerisi objektif sınav sistemi getirilmedikçe Yargıtay’ın içtihat üreten ve güven veren bir kurum olmasını beklemek zordur.

Yargıtay tetkik hâkimliği sistemi de son derece sağlıksız çalışmaktadır. Bilinmektedir ki, Yargıtay kararları tetkik hâkimlerinin iki dudağı arasından çıkacak anlatıma dayalı verilmektedir. Karara imza atan Daire başkan ve üyelerinin bizzat dosyaları inceleme yöntemi yoktur. Ancak çok olağanüstü hallerde, çok ciddi bir kuşku duyulursa veya bir dosya kamuoyuna mal olmuşsa kısa süreliğine üyelerin bir veya birkaçı dosyalara göz atmaktadır. Bir tetkik hâkimi için en kolay karar onamadır. Çünkü onama kararı vermek için dosyayı çok ayrıntılı incelemeye gerek yoktur. Onama kararlarında uygulanan şablonlar yeterli gelmektedir. Ancak bir bozma kararı verilmesi durumunda dosyaya çok daha fazla zaman ayırmak gerekmektedir. İster iş yükü nedeniyle olsun, ister tetkik hâkimlerinin yetersizliği olsun, hangi nedene dayanırsa dayansın sonuçta dosyalar yeterince incelenemeden karar verilmektedir. Bunu, incelenen dosya başına düşen süreden de anlamak olanaklıdır.

Çözüm yöntemi olarak ileri sürülebilecek önerilerden biri, tetkik hâkimliği sisteminin kaldırılması ve yeni kurulan İstinaf mahkemelerinde olduğu gibi dosyaların bizzat Daire başkan ve üyeleri tarafından incelenmesidir. İş yoğunluğu karşısında bu önerinin uygulanması durumunda çok büyük bir yığılma olacağı konusunda kuşku yoktur. Ancak adalet duygusunun tatmini, yargıya olan güvenin tesisi bakımından, niteliğin niceliğin önüne geçmesi şarttır. Bu da belirtilen yöntemle sağlanabilir.

Bir diğer çözüm yöntemi, tetkik hâkimliği kalitesinin yükseltilmesidir. Yargıtay’da uygulanmakta olan sisteme devam edilecekse, tetkik hâkimi seçiminde dikkatli olunması, bu doğrultuda kıdem, sicil, liyakat gibi objektif ölçütlerin getirilmesi yargının kalitesini artıracaktır.

Hukuka uygun karar vermenin ve adalete olan güveni artırmanın ön şartı, yargı bağımsızlığı ve yargı tarafsızlığıdır. Birini diğerinden ayrı düşünmek olanaksızıdır.

Mevzuatta yer verilmiş olması, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı için yeterli değildir.

Yargı bağımsızlığı, yargıçların yerine getirdikleri görevden dolayı, baskılara ve müdahalelere karşı korunmasıdır. Kararların hukuka ve vicdana dayanmasıdır.

Tarafsızlık, önyargılardan, peşin hükümlerden arınarak mevzuata uygun karar vermektir.

Yargı bağımsızlığı, toplanan kanıtlarla, iç ve dış baskı ve etkilerden uzak, güven verici bir ortamda karar verilmesini gerektirir. Yargının tarafsızlığı ise, yargısal faaliyette çıkar ilişkisinin bulunmaması anlamına gelir.

Baskılara maruz kalan bir yargıcın, baskılayanların istemine uygun karar verme olasılığı yüksektir. Bu haliyle bağımsızlık, tarafsızlığın bir ön şartıdır. Kararı etkileyen baskı değil, hukuk ve vicdan olmalıdır.

Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkeleri, hukuk devleti olmanın bir gereğidir. Bu nedenle birçok evrensel belgede yerini almıştır. Bu kapsamda, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 10. maddesi, Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin 14. maddesi, AİHS’nin 6. maddesi, yargı bağımsız ve tarafsızlığına, adil yargılanma hakkının önemine işaret etmektedir.

AİHM’de AİHS’nin 6. maddesine atıf yaptığı kararlarında vurgulandığı üzere, bir mahkemenin bağımsız olduğunun kabul edilebilmesi için, üyelerinin atama biçimi, görev süreleri, dışarıdan gelebilecek baskı ve müdahalelere karşı güvencelerin varlığı yanında, yargılama makamının bağımsız bir görünüme sahip olması gerekir.

Hukuk devletinden söz edeceksek, adalete olan inancın ve yargıya duyulan güvenin sağlanması şarttır. Unutulmamalı ki, suçlunun beraat ettiği yerde, vicdanlarda hüküm giyecek olan yargıçtır. Sonuçta adaletsizliği yok edecek olan da adaletin kendisidir.

Yargısı bağımsız olmayan bir ülkenin kendisi de bağımsız olamaz. Unutulmamalı ki, adaletten yoksun bir devlet çökmeye mahkûmdur. Montesquieu’nun dediği gibi, bir rejimde, halk artık adalete inanmıyorsa, o rejimin kendisi mahkûm olur.

Hak arayanların da, itham edilenlerin de gönül rahatlığıyla yargıya sığındığı, yargıya güvenin ve adaletin gerçekleştiği inancının dorukta olduğu yarınlara…